28 Nisan 2015 Salı

Şiir üzerine

Kalem hep kutsaldı.

Elimde kalem olduğu zamanlarda, onunla bütünleşirdim. Gözlerim ve kağıdımla armonik bir birliktelik yaşardı kalemim.

İlkokuldan bir sene kadar önce öğrenmiştim okuma yazmayı. Öyle eğik çizgiler, üçgenler filan değil büyük adamların sözlerini çiziktirmek isterdim güzel yazı defterime.

Büyük şairlerin unutulmaz şiirlerini şiir defterine kaydeder, tekrar tekrar okurdum; kimisini ezberler, kimisini besteleyip şarkı gibi söylerdim...


Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı 
Bir dakika araba yerinde durakladı 
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar 
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar 


'Han Duvarları'nı büyük keyifle ezberlemiş, kendi kendime ıslık çalar gibi okuyup durmuştum uzun süre:


Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık 
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık

Ne güzel bir üslup, ne naif bir tını, ne hoş bir anı...


Şiir üzerine düşününce ortaokul günlerim gelir hep aklıma. Birkaç küçük yüreğin benzer haz ve benzer tatlarla aynı şiiri beraberce defterlerine aktarmaları.. Silgi ödünç alır gibi defterlerini paylaşmaları, şiirlerini başkalarına göstermeleri..

Baş tacımız 'Mona Roza' olurdu çoğu zaman. Hangi kıt'asını en çok sevdiğimizi söylerdik birbirimize:

Artık inan bana muhacir kızı 
Dinle ve kabul et itirafımı 
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı 
Alev alev sardı her tarafımı 
Artık inan bana muhacir kızı 

Bir de 'Serenat'ı vardı, Ahmet Muhip Dranas'ın:

Yeşil pencerenden bir gül at bana 
Işıklarla dolsun kalbimin içi 
Geldim işte mevsim gibi kapına 
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ

Ben de aşık olacaktım tabi sonraları. Aşık olmak bir zorunluluktu. Aşık olmadan erkek olunmaz, sevmeden yaşamdan tat alınmazdı. Her güne onu görmek için başlamak ve her günü onu düşünerek tamamlamak...

Sonraları kalemim şiir yazar oldu. Küçük boylu bir adam boyundan büyük tümceler kurmaya başladı. Oturduğumuz eve şiir yazmış ve utana sıkıla annemlere okumuştum; şaşırıp kalmışlar, gündemin parçası haline getirmişlerdi.


Büyüdük değişti dünyamız, yaşam dereden dereye akıttı benliğimizi.

Kimi zaman,


Bir sigara kızıllığında şehre yukardan bakıyordum


kimi zaman, delirmemek için delirmeyi tarif ediyordum:


Beslediğim his çürüdü, aklım çürüdü
Aklım beynimin üzerinden yürüdü
....


Şiir hep var oldu. Romantizmle klasik aklın sarkacında tükenirken gençliğim, şiir tükenmez bir ses gibi, bir eski dost gibi, bir parça şifa gibi, bir yudum hatıra gibi uğrayıp durdu hep zihnime.

En yüksek sorgulamaların, en yalın arayışların ortasında kalsam da, okuyacak bir iki beyit bulurum kendime:
Yokluk sen yoksun, bir var bir yoksun
İnsanoğlu kendi varından yoksun
Varsın beni yokluk akrebi soksun 
Bir zehir ki hayat özü faniye

Değil mi ki, tohumunu patlatıp kafasını güneşe çıkarmak için çırpınıp duran bir kardelen gibi bekledim ömür boyu?
Bir zerreciğim ki, arşa gebeyim
Dev sancılarımın budur kaynağı!




Ahmet Yaşar Özer
twitter/ahmetyozer