Elimde kalem olduğu zamanlarda, onunla bütünleşirdim. Gözlerim ve kağıdımla armonik bir birliktelik yaşardı kalemim.
İlkokuldan bir sene kadar önce öğrenmiştim okuma yazmayı. Öyle eğik çizgiler, üçgenler filan değil büyük adamların sözlerini çiziktirmek isterdim güzel yazı defterime.
Büyük şairlerin unutulmaz şiirlerini şiir defterine kaydeder, tekrar tekrar okurdum; kimisini ezberler, kimisini besteleyip şarkı gibi söylerdim...
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar
'Han Duvarları'nı büyük keyifle ezberlemiş, kendi kendime ıslık çalar gibi okuyup durmuştum uzun süre:
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
Ne güzel bir üslup, ne naif bir tını, ne hoş bir anı...
Şiir üzerine düşününce ortaokul günlerim gelir hep aklıma. Birkaç küçük yüreğin benzer haz ve benzer tatlarla aynı şiiri beraberce defterlerine aktarmaları.. Silgi ödünç alır gibi defterlerini paylaşmaları, şiirlerini başkalarına göstermeleri..
Baş tacımız 'Mona Roza' olurdu çoğu zaman. Hangi kıt'asını en çok sevdiğimizi söylerdik birbirimize:
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Bir de 'Serenat'ı vardı, Ahmet Muhip Dranas'ın:
Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ
Ben de aşık olacaktım tabi sonraları. Aşık olmak bir zorunluluktu. Aşık olmadan erkek olunmaz, sevmeden yaşamdan tat alınmazdı. Her güne onu görmek için başlamak ve her günü onu düşünerek tamamlamak...
Sonraları kalemim şiir yazar oldu. Küçük boylu bir adam boyundan büyük tümceler kurmaya başladı. Oturduğumuz eve şiir yazmış ve utana sıkıla annemlere okumuştum; şaşırıp kalmışlar, gündemin parçası haline getirmişlerdi.
Büyüdük değişti dünyamız, yaşam dereden dereye akıttı benliğimizi.
Bir sigara kızıllığında şehre yukardan bakıyordum
kimi zaman, delirmemek için delirmeyi tarif ediyordum:
Beslediğim his çürüdü, aklım çürüdü
Aklım beynimin üzerinden yürüdü
....
En yüksek sorgulamaların, en yalın arayışların ortasında kalsam da, okuyacak bir iki beyit bulurum kendime:
Yokluk sen yoksun, bir var bir yoksun
İnsanoğlu kendi varından yoksun
Varsın beni yokluk akrebi soksun
Bir zehir ki hayat özü faniye
Değil mi ki, tohumunu patlatıp kafasını güneşe çıkarmak için çırpınıp duran bir kardelen gibi bekledim ömür boyu?
Bir zerreciğim ki, arşa gebeyim
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ahmet Yaşar Özer
twitter/ahmetyozer