4 Kasım 2014 Salı

Erken Yükselen Ses: Sümer Kralı Urukagina

Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce buzul çağı sona ermiş, yağışlar ve dolayısıyla yeşil ve ormanlık alanlar artmıştı; insanlar da mağaralardan ve kaya altlarından çıkarak sulak alanlarda, dere kenarlarında toplanmaya başlamışlardı. Bu birliktelik ve uygun iklim koşulları tarımın önünü açmış, günümüz uygarlığının temelleri atılmaya başlanmıştı.

Süreç Avrupa'da ve Ortadoğu'da farklı hızlarda devam etti. Mezolitik Çağ daha soğuk koşullar altındaki Avrupa'da 5000 yıl öncesine kadar sürerken Ortadoğu ve Doğu Akdeniz civarında çok daha önce, 10 bin yıl önce yerini Neolitik (Cilalı Taş) Çağ'a, 5500 yıl önce de Kalkolitik (Bakır) Çağ'a bırakmıştı bile.

Kozmik Takvim'de nispi olarak bir saniye kadar kısa sürelere tekabül eden bu on bin yıllık dilimde insanlığı ve nesilleri adeta 'kontrolsüz' biçimde etkileyen, değiştiren, geliştiren, yönlendiren, toplayıp parçalayan ve en nihayet günümüze getiren gerçek hikayeler yaşandı.

Sulu tarım, sulama kanalları, gelişen ticaret ve artı (ihtiyaçtan fazla, depolanan) ürün üretimiyle birlikte ekonomi-muhasebe, kar-zarar, maliyet-pazarlama gibi kavramlar yerleşmeye başladı.

Üretilen malların ve tahılların korunması, depolanması ve dağıtılması gerekiyordu; köy ve kentlerin merkezindeki 'tapınaklar' ve bu arada tapınak rahipleri bu işlevi üstlendi, 'hay hay' diyerek.. Bu, onlar için toplum üzerinde bir güç demekti. Dünya tarihinde ilk defa üreticiler ve üretimi kontrol edenler şeklinde bir ayrışma ortaya çıkıyordu. Çiftçiler ve rahipler. Halk ve yöneticiler..

Ekonomi, ticaret, tarım, zanaat ve para konularındaki ilerlemeler bürokrasiyi getirdi. Artan ilişkiler, toplumsal ihtiyaçlar ve zorunluluklar, çevre kabilelerle rekabet, iyiler ve kötüler, doğrular ve yanlışlar, menfaat ve çatışmalar daha karmaşık, daha tabakalaşmış toplum ve yönetim biçimleri netice verdi. Ve ne yazıktır ki, içinde bulunup da kimi zaman bizi kahreden olumsuz dünya manzaralarının ve deneyimlerinin ilkleri o dönemlerde yaşandı.

Güçler ve menfaatler, arzu ve ihtiraslar, toplumsal sınıflar beraberinde artan çeşitlilikte suçları ve tabii ki cezaları da getirmişti. Hukukun öncül formları da böylece çıkıyordu karşımıza. Gücünü devletten alan yasalar ve gelenekler..

Bu süreç en net ve görünür biçimde Mezopotamya'da da yaşandı. Güney'de Sümer, Akkad ve Babil, Kuzey'de Assur medeniyetleri tarih sahnesinden ayrılana kadar böylece oynadılar kendilerine biçilmiş rolleri..

Sümerler kent devletlerinden oluşuyordu, ilk hanedanlık zamanlarında. Her bir kentin 'ensi'si (vali) aslında kral idi, bunların da tabi oldukları daha güçlü bir kral, Uruk Kralı..

Umma, Lagaş ve Ur şehirleri sürekli savaşıyordu, su ve toprak için, üstün gelmek için, kendi kralını Uruk kralı yapmak için... Bir dönem bir isim geliyordu perdenin altına, ardından başka bir isim.

İşte böyle bir karmaşanın içinden, M.Ö. 2375'te Urukagina isimli yeni kral Lagaş şehrini 'zalim' idarecilerin elinden alıp başa geçmişti. Çiviyazılı tabletlere Lagaş'ın eski yöneticilerinin durumunun analizini yazdırttı. Eski Lagaş Ensisi ile rahiplerin menfaate dayalı işbirliğini, halktan aldıkları ağır ve ödenmesi neredeyse imkansız vergileri, vergileri ödemeyenlerin mallarına rahiplerin nasıl el koyduklarını bir bir anlattı..


Karanlığın ve dehşetin, haksızlık ve çatışmanın ortasında yükselen ilk yürekli ses oldu sanki. Önlemler aldı, sosyal düzeni yeniden kurmak için; sarsılan ve temeli çürüyen adaletin asaletini iade etmek ve belki de tarihin ilk reformunu yapmak istedi. Yazılı maddeler halindeki Urukagina Kanunlarında mülkiyetten ve aile hukukunda bahsediyordu..

'Yazılı' olması, 'yazısız' olan geleneğe duyulan saygının yerle bir olduğunun acı bir manifestosu niteliğinde. Öyle ya, söz uçar, yazı kalır! Söz, mert sözüdür oysa!

Mülkiyet kavramından dem vurması, hukuksuz ve haksız istila ve el koymaların, medeni hırsızlıkların üç bin yıl önce tespit edilip mimlenmesi demekti..

Aile hukukunu konu etmesi, erkeğin kadına/kadınlarına yaptığı kadim kötülüğün tescili..

Sen susmadın Urukagina, sesini yükselttin, gök kubbede bir sada bırakıp gittin. Nice sesler yükseldi, gitti. Niceleri konuştu diye öldürüldü, düşündü diye mahkum edildi.

Üç bin yıl geçti. Değişen çok şey olmadı.

İnsanlık çalmaya ve savaşmaya devam ediyor. Şimdi kallavi yasalarımız var, çok sesli hukukçularımız, en ince nüanslarla bezenmiş yazılı hükümlerimiz.. Yazılı olmayan çalma, ezme, soyma, haksızlık, kıstırma ve kısıtlama, baskı ve zorba geleneği kaldığı yerden devam ediyor, ebediyen edecek gibi.


(Resim Kaynak: http://www.quebecoislibre.org/10/100115-4.htm)




twitter/ahmetyozer